Bugünün dijital dünyasında çocukların ekran başında uzun süre kalması pek çok ebeveyn için tanıdık bir durum. “Bir bölüm daha”, “son bir oyun”, “bir kez daha kaydırayım” derken zamanın nasıl geçtiği fark edilmiyor. Bu noktada akla gelen ilk soru genellikle aynı oluyor: Bu gerçekten sadece irade meselesi mi?
SETAP kapsamında gerçekleştirilen ebeveyn farkındalık seminerlerinde de vurgulandığı gibi, bu durum çoğu zaman çocukların isteksizliği ya da sınır tanımamasıyla açıklanabilecek kadar basit değil. Dijital platformların büyük bir kısmı, beynin çalışma sistemini doğrudan hedef alan mekanizmalarla tasarlanıyor. Sürekli uyarılma hâli ve ödül beklentisi, çocukları ekrana bağlayan en güçlü etkenlerin başında geliyor.
İnsan beyni yeniliğe karşı doğal bir hassasiyete sahip. Yeni bir bildirim, yeni bir video ya da bir sonraki oyunda ne olacağına dair merak duygusu, beyinde kısa süreli bir haz yaratıyor. Bu haz duygusu tekrarlandıkça, aynı etkiyi hissedebilmek için daha fazla uyarana ihtiyaç duyuluyor. Zamanla çocuk, farkında olmadan bu döngünün içine giriyor ve ekranla kurduğu ilişki giderek yoğunlaşıyor.
Bu süreci güçlendiren bir diğer unsur ise ödülün ne zaman geleceğinin belirsiz olması. Dijital platformlarda her kaydırmanın, her videonun ya da her oyunun sonunda neyle karşılaşılacağı bilinmiyor. Tam da bu belirsizlik, çocuğun ekrandan kopmasını zorlaştırıyor. “Bir sonraki daha eğlenceli olabilir” düşüncesi, ekran süresini fark edilmeden uzatıyor.

Çocukların bu döngüye yetişkinlere kıyasla daha kolay kapılmasının önemli bir nedeni de beyin gelişim süreçleriyle ilgili. Öz denetim, planlama ve dürtü kontrolü gibi beceriler çocukluk ve ergenlik döneminde hâlâ gelişim aşamasında oluyor. Bu nedenle çocuklar, “birazdan kapatırım” ya da “bu son video” gibi kararları uygulamakta zorlanabiliyor. Dijital ortamlar da bu zorluğu artıracak şekilde tasarlanmış durumda.
Peki ebeveynler bu noktada ne yapabilir? SETAP’ın yaklaşımı burada net: Yasaklamak yerine anlamak ve yönlendirmek. Çocuğun ekranı neden bırakmakta zorlandığını fark etmek, ebeveyn için en güçlü adımlardan biri oluyor. Bu durumun bir karakter eksikliği değil, biyolojik ve psikolojik bir süreç olduğunu bilmek hem ebeveyni hem de çocuğu rahatlatıyor.
Teknolojiyle kurulan ilişkinin biçimi de bu noktada büyük önem taşıyor. Sürekli pasif tüketim, bağımlılık döngüsünü güçlendirirken; araştırma yapmak, üretmek, yaratıcı projelerle ilgilenmek ya da teknolojiyle aktif bir ilişki kurmak bu döngüyü zayıflatabiliyor. SETAP seminerlerinde de sıkça paylaşıldığı gibi, çocuk teknolojiyle sadece tüketen değil, üreten bir bağ kurduğunda denge daha kolay sağlanıyor.
Ayrıca günlük yaşamda oluşturulan öngörülebilir rutinler, ekran kullanımını daha yönetilebilir hâle getiriyor. Ekran sonrasında yapılan ekran dışı etkinlikler, ailece belirlenen kurallar ve bildirimlerin azaltılması gibi küçük düzenlemeler, çocuğun kontrol duygusunu güçlendiriyor.
Sonuç olarak çocuklar teknolojiye değil, büyük ölçüde teknolojinin nasıl tasarlandığına bağımlı hâle geliyor. Bu nedenle çözüm, ekranı tamamen hayatın dışına itmek değil; bu mekanizmaları anlayarak çocuklara bilinçli bir yol göstermekten geçiyor. Doğru rehberlikle teknoloji, çocuklar için bir tehdit olmaktan çıkıp öğrenme, üretme ve gelişim alanına dönüşebiliyor.